Mükemmellikten Sıradanlığa Geçin, Hayatı Seçin

Kim olmak istiyorsunuz? En çok neyin hayalini kuruyorsunuz? Bu kısacık hayatınızı nasıl yaşamak istiyorsunuz? Cenazenize gelenler sizinle ilgili konuşuyorlar, onlardan kendinizle ilgili ne duymak istiyorsunuz? Bu soruların cevaplarını bulmak bir ömür sürebilir ve ömür dediğimiz zaman kesiti de tam olarak bu sürecin kendisidir. Süreç odaklı bir yaklaşımla baktığımızda hayatta acının ve mutluluğun sürekli birbirinin yerine geçtiğini görürüz. Hayat hedeflere ulaşınca değil, bu hedeflere nasıl ve niçin yürüdüğümüzle anlamlı hale gelir.

Olduğumuz kişi kimdir? Hangi bağlantılarından vazgeçmiştir?

Doğduğumuz andan itibaren önce aile sonra toplum bizi hızla kendi beklentilerine göre biçimlendirir. Sadece biçim vermekle kalmaz, varlığımızı belli şartlara bağlar. Daha … olursan sevilirsin, ait hissedersin, onaylanırsın diye sıralar. Daha çocukken, var olmanın kendimiz olmamakla ilgili bir zorlanma olduğunu fark ederiz. Ne olmak istediğimiz kişiyi erken çocukluk döneminden itibaren ötelemeye ve bir risk olarak görmeye başlarız. Sık sık utandırılmaya başlarız ve tanıştığımız ilk ve en zorlayıcı duygu utanç olur. Genellikle ne olmamızın istendiğiyle ilgileniriz. Kendini gerçekleştirme dediğimiz o varoluş rüyası, gerçek bir cesarete sahip olacağımız güne kadar toprağa gömülü kalır. Bana göre insan, kendi otantik varlığına alan açana kadar ya ölüdür ya kendi sahiciliğinden kopmuştur. 

Kovulmadan, bırakılmadan, biraz olsun sevilerek ait hissetmek her insan için hayatidir. Ait olmak hayat senaryosunun en radikal başlığıdır. Gerçek olmadığımız her an kendimize yabancıyızdır. Bu asil öfkeyi seviyorum. ‘’Kimse’’ olmanın öfkesidir bu. Hayat kısadır ve her kabın şeklini almak modern bir afyondur. Kendimiz olmamanın acısına uyuşmak isteriz. Çılgınca onaylanmaya bağımlı olmak, özgünle değil övgüyle yaşamak, mükemmellikle kendimizi en iyi olmamanın acısına kapatmak içindir. Acıya uyuşmak kaçınılmaz olarak oradadır. 

‘Gerçekten zor ve hayret verici olan şey, mükemmel olmayı bırakmak ve kendin olma çalışmasına başlamaktır.’

– Anna Quindlen

Şimdi mükemmellik narkozuna daha yakından bakalım.  Vasata karşı, normallere karşı ve en acısı, sıradana karşı narkoz… Mükemmeliyetçilik bir gelişim evresi değildir. İnsanı insan olmaktan uzaklaştırır. Öve öve yarattığımız canavarlara bakarsak ‘’ ben neyi başardıysam oyum’’ düşüncesine nasıl büründüklerini görürüz. Düşünsel mükemmeliyetçiliğin seksi daveti, insanları memnun et, onay al, kabul edilmek için ne lazımsa yap zorbalığını kapsar.  Mükemmeliyetçilik sağlıklı bir çabadan başkadır. Sıradanla, vasatla aramızdaki kavga ve makas açıldıkça hayat felci kaçınılmaz olur. Çok derin bir hata yapma, utanç duyma kaygısıyla kim bilir kaç hayalimizden de vazgeçeriz. Ardından geleni tahmin edersiniz; depresyon, kaygı, bağımlılık… Mükemmeliyetçiliğin var olduğu yerde utanç da vardır ki zaten orada doğmuştur diyebiliriz. Sıradan olmak, yaşamak çoğumuzu utandırıyor. Vasattan delice kaçıyoruz. En güzel, en marka, en başarılı olmak bizi vasattan, sıradan olmaktan kurtaran bir süper güç gibi geliyor. Oysa hırslarımızın başlangıç yeri herkesten gizlediğimiz utançlarımızdır. 

Sahiden kendimiz olmaktan utanmadığımızda olgunlaşırız ve bu hakikate açılırız.  Bu öyle büyük bir cesarettir ki bununla dünyaya meydan okuyabiliriz. Kendi olarak yaşamak bir fantezi değildir. Ancak bunu anlamak için geçen sürece ‘’uyum’’ denmesine de ayrıca üzülüyorum. Uyum biraz da kendin olmaktan rahatsız olmak ve hatta kendiliğini acımasızca yontmaktır. Ortaya çıkandan genellikle kimse memnun değildir. Şunun altını beraberce çizelim, mükemmeliyetçilik asla gerçekleştirilemeyecek düşünsel tasarımdır. Gerçekleştireni yoktur. İleri derecede gerçek dışıdır. İnsana zarar vericidir. Olabildiği kadarını azımsamaya devam eden eleştirel bir toplum yargısıyla büyütüldüğümüz gerçekse de, biz bize dayatılanlar değiliz. Olabildiğince iyi şeyleri görmeye izin verin. Evrensel utanca karşı hepimiz eşit bir yerden savunmasızız. 

Paylaş:

Facebook
X
LinkedIn
Telegram
WhatsApp
Comments