Vedalaşmanın Muhabbetten Uzun Sürmesi

Ben küçükken kapıyı küçükler açar, misafire terlik verirdi. Şimdiki kadar değilse de kolonya ikramı kıymetliydi. Muhabbete çocukların katılmadığı, küçüklerin çay içmediği günlerden bahsediyorum. Ben de bu resimde annesinin özenle ördüğü bordo kloş etekli ziplenmiş hanımefendi kız oluyorum. Aklımızdan geçeni hemen söylemek ayıptı. Durmak, tane tane konuşmak takdir edilirdi. Biz hızlıca büyür, sonra küçükmüş gibi yaşardık. Belki ayıp denilen öğretinin kitlediği kapılarımız vardı, ifadesizdik, fakat utanmanın başkalarına değer vermekten olduğunu bilirdik, ne güzelmişiz.

Çay kokusuyla uyanma lüksü olanların annesiyseniz kahvaltı ritüeli bile can sıkmaya başlamış olabilir.

Annenin neşeli olması bir çocuk için ne demektir, bilir misiniz? Sevgi, güven dolu bir ailede kuşatılmak, anlayışla karşılanmak… Çünkü annem neşeliyken normalde kızacağı bir duruma bile esnek yaklaşırdı. Affedilmek gibisi var mı? Size bir temel inancımı söyleyeyim mi; anneler neşeliyken çocuklar cennette olduklarına inanırlar. 

Yazımın başlığına şimdi giriş yapabileceğim. Muhabbet değince zihnimin nostaljik anıları uyarılmış olmalı. Kadınlar erkeklerden çok konuşur. Genetik eğilim mi dersiniz, kadın beyninin anlaşılmayı bekleyen mekanizmasına mı vurgu yaparsınız bilmiyorum. Fakat ben hiçbir erkeğin kapı önünde bir saat ayakta, yaklaşık cümleleri tekrar ederek vedalaştığını pardon, vedalaşmaya çalıştığını görmedim. 

Bu bitirilemeyen muhabbet sadece yüz yüzeyken mi, asla! Mesela anneler teyzelerle, komşularla telefonda konuşurken de böyledir (Ben de şimdi aynen onun gibiyim). Sohbetleri yaklaşık on beş dakika sürer, lakin iş hadi görüşürüz kısmına gelince… bir seferinde aynı anlama gelen sekiz değişik cümle saymıştım. Hadi görüşürüz, siz de bize gelin, herkese selam, en son biz geldik sıra sizde, lütfen arada uğrayın, yazları mutlaka kalmaya bekliyorum, hep kısa geliyorsunuz uzun uzun buyurun, buralarda deniz güzel, çocukları da alın gelin… Ve daha neler neler… 

Anlaşılan o ki kopamıyoruz. Düşünün, neden bu? Çünkü biz en sade dille otantik, kendine has, göçebe öğretilerle bezeli bir toplumuz. Bağlamsal bakıldığında ancak anlaşılabilecek bir olguyuz da diyebiliriz. O nedenle bu olaya salt akılla yaklaşmak eksik kalır. Kültür ve ara inançlarımızın bize öğüdü bu. Peki başka? Değerlerimiz var. Değerlerimiz; samimiyet, içtenlik, empati, gönüllülük, nezaket… Bu değerlerle bezeli bir kültürün insanıysanız hadi bye diyerek telefonu, kapıyı kapatamazsınız. Bakın şimdi ben de diyeceğimi dediğim hâlde yazımı bitiremiyorum, neden çünkü kadın beyni 😊

Paylaş:

Facebook
X
LinkedIn
Telegram
WhatsApp
Comments