Hayatın kanunu bu, hepimiz hata yapacağız.
Sorun şu ki hata yapmayarak da hataların en büyüğünü yapacağız. Masumiyet dediğimiz kusursuzluk, günahsızlık çalımı değil ki… Masumiyet; hata yapabilme ihtimalini bilmektir. Dahası bu bilgiyle de hata mümkündür, fakat hata yapabileceğini bilmek değil kasıtlı hata, ki bu her zaman seçimdir, insanın kendiyle ilişkisini bozar. Sen nasıl hata yaparsın diye uzaktan bağıran bir ebeveyn sesine benzer. Bu ses! Yakıcı yargının sesi değil mi? Belki de sırf bu yüzden çocukken anneler, babalar bardak kırınca köşede kıs kıs gülüp oh çekerdik. Oh be, sen de kırdın işte. Anne de olsan hatalısın. O güne kadar her hatanda başından aşağı boca edilmiş ne varsa ortaya getiresin gelir. Suçlu, beceriksiz, sakar…
Şimdi başka bir şey söyleyeceğim.
Çok defa şu satırları yazan bendeniz, yolları karıştırıp kendime neler söyledim.
Nasıllar, niyeler… Azarladım, aşağıladım sonra? Şimdi sakinken kendimden özür diliyorum. Yol karıştırmayan kim var, insanlık hali. Hadi aç güzel bir şarkı, geç orta şeride kalbin dinlensin. Biliyorum ki şefkatin olmadığı yerde yeni şeyler öğrenme de olmaz.
Carl Rogers çok bilinen sözünde der ki; hayatın güzel paradoksu şudur: kendimi ancak olduğum halimle sevebildiğimde değişirim. Bana kalırsa kendimi sevmekle meşgul olmaktan daha güzeli, hayatı deneyimlemeye izin vermektir. Deneyimler bize kusurlu yollardan geçerek bize kusursuz şeyler öğretirler.