Özgürlüğü, bedeni, değerleri aslında çok basit algılıyor olsak da o artık öyle değil.
Sabitlenme ihtiyacı, dayanma, bir olma, ayrışma, bizden ben’e geçme dediğimiz şey can demek. Bunları yok saydığımızda kendimize saldırıyoruz o da yetmiyor teminatı olmayan hayatı yaşamak güçleşiyor. Gözlerimizin feri kaçıyor. Dur demekten korkar oluyoruz. Dur dersem benim yanımda duran kalmaz diye düşünüyoruz. Kimsesizlikten kimlere sığınıyoruz, ah kimlere… Bir taraftan da alacaklı tersine mühendislikle kaşlarımız çatık. Korona falan derken öfkeliyiz. Herkes yeni kendine yan yan bakıyor.
Düşündükçe düşünmemeye çalıştığımız ardışık eve kapanmaların ağır bedeline razı mıyız? Farkındalıktan bahsetmiyorum. Bence bu sorgu sual insanın kendine gelmek için – belki mindfullness demek daha anlaşılır olur- yürüdüğü bir yoldur. Evrensel, derin ve kendini en temelde çekip toplayan bir soruşturmanın kime zararı olur ki? Bağ kurduklarımızla ilişkimizi, değerlerimize ayırdığımız zamanı, özeni, hayatın ertelemenin insanın ömründen çaldığını, geçici olup, kalıcı olma hırsımızı bol bol düşündük.
Büyüdük! Kapanmalardan özgürleştiğimizde- iddia ediyorum ki- hepimiz iki yıla karşılık beş yıl büyüdük.
Mahrumiyet, insanı insan dostuna daha bir bağlı kıldığı kadar, benliğine olan dostluğuna da hürmetkar kılıyor. Mavi kürede bir tehdit olduğunda insan kime sarılacağını ve daha önemlisi sarılma ihtiyacını baş tacı ediyor. Kirli, günah, eksik, kötü, tehlikelilere odaklanmak istemiyoruz. Dilerim bunca mahrumiyet dolu zaman, utandığımız için yaşanmamış sevginin, temasın, duyguların telafisi için varlığına özen gösteren olmayı öğretmiş olsun. Dilerim, evrensel huzuru, birbirimizi susturarak değil, uzlaşma mecburiyetinden özgürleşerek ve daha az yargıyla tesis edebiliriz